Yazıda katlanabilir telefonların geleceğini, avantaj ve dezavantajlarını inceledik, öncesinde ise telefonların tarihine dair detaylı bir araştırmaya yer verdik;
Telefonun İcadı
Teknolojinin her adımı bizi çok fazla heyecanlandırıyor ama okuyucularımız da bana hak verecektir ki; en heyecan verici buluşlardan bir tanesi, telefon! Gerçek anlamda uzakları yakınlaştıran telefonun icat edilmesi hakkında birçok farklı rivayet olmasına karşın ulaşılabilen en somut veriler Alexander Graham Bell’i, telefonun gerçek mucidi olarak karşımıza çıkarıyor. Aslında tek amacı; sağır ve dilsiz olan annesi için iletişim kurmayı kolaylaştıracak, sesleri mekanik anlamda üretmeye yarayacak bir cihaz icat etmek olan Graham Bell, bir deney esnasında tabiri caiz ise tesadüfen telefonu icat etmiştir. Bu tarihi deneyde ona yardım eden Thomas Watson; üzerine bir şey dökülen Graham Bell’in yardım isteğini evin bir başka odasından, üzerinde çalıştıkları cihaz aracılığı ile duyduğunu söylemiştir. Bunun üzerine, birçok defa yer değiştirerek bu ses iletkenliğinin doğruluğunu deneyimlemişlerdir. Bu hikayeye göre de; tarihte kullanılan ilk telefonda söylenen ilk cümle “Mr. Watson Come Here I Want to See You” olmuştur. Bu cümle, Graham Bell’in arkadaşı Watson’dan kendisine yardım etmesini istediği sırada söylenmiştir ve tabiri caiz ise tarihe altın harflerle not düşülmüştür.
ALO Kelimesi Nasıl Ortaya Çıktı?
Peki ama, bizim telefonla tanıştığımız günden beri kullandığımız “ALO” kısaltması ve bu efsanenin arkasındaki Graham Bell’in meşhur sevgilisi bu hikayeye nerede dahil olmuştu? Takvimler 7 Mart 1876’yı gösterdiğinde Graham Bell telefonun patentini aldı ve belki de insanlığın kaderini değiştirecek bu muhteşem icat çok büyük ilgi görmeye başladı. Birçok iş adamı ofisine telefon bağlatmaya ve aktif olarak kullanamaya başlayınca, Bell kendi şirketini kullanarak telefon da üretmeye başladı. Yavaş yavaş tüm şehrin telefon kullanmaya başladığını bilen Graham Bell, bitmek bilmeyen deneylerinden rahatsız olduğu için kendisini terk eden sevgilisi Allessondra Lolita Oswaldo’un da evinde bir telefon olduğunu düşünüyordu. Bir gün Allessondra’nın kendisini tekrar arayacağını umut ettiği için; çalan her telefonu eski sevgilisinin aradığını düşünerek açıyor ve sevgilisinin adının baş harflerinden oluşturduğu bir kısaltma ile karşı taraftaki kişiye sesleniyordu. Bir süre sonra, telefonları böyle açmak bir gelenek haline geldi ve bizim sorgusuz sualsiz kabul edip hayatımızın bir parçası haline getirdiğimiz “ALO” sözcüğü ortaya çıktı.
Türklerin Telefonla Tanışması
1908 yılına geldiğimizde Osmanlı Devleti’nde ilk kez kullanılan telefonla Türkler de tanıştı. 1911 yılında Kadıköy ve Beyoğlu santralleri kuruldu. Cumhuriyet Dönemi’ne gelindiğinde il merkezlerinde telefon santralleri kurulmaya başlandı. 1970’lerden sonra ise PTT’nin gerçekleştirdiği çalışmalarla beraber telefon, tüm Türkiye’ye hızla yayılmaya başladı. Önceleri bilgi alışverişini sağlamak amacıyla kullanılan telefon, zamanla tüm dünya ile beraber Türkiye’nin de vazgeçemeyeceği bir teknoloji haline geldi. Kullanım bu kadar yaygınlaşırken, telefon için yeni form arayışları da başladı. İnsanlar için sabit olarak bulundukları bir yerden bir başkasıyla haberleşebilme özgürlüğü yetersiz kalmaya başladı. Yer değiştiren birisiyle haberleşmek de bu kadar kolay olacak mıydı?
Mobil Telefonlar
Mobil telefonlar, Nathan Stubblefield’ın 1908 yılında aldığı patent ile tarihteki yerini aldı. Bu mobil cihazlar şu anda kullandığımız cep telefonlarından biraz daha uzak bir formattaydı. O dönemde alınan patent, daha çok ordu tarafından kullanılan telsiz telefonları kapsıyordu. 1940’lı yıllara geldiğimizde Bell Labs tarafından, telsiz telefonlar için mobil baz istasyonları üretti. 1969 yılında ise George Sweigert tarafından elde taşınan mobil cihazlar üretildi. O dönem üretilen bu mobil telefonlar tarihe sıfırıncı nesil olarak geçti. Sıfırıncı nesil GSM ağı, sadece belirli ve kısıtlı bir alanı kapsıyor ve tek bir tabandan oluşuyordu. O dönem kurulan bu sistem, şimdilerde bir dakika bile ayrı kaldığımızda kendimizi eksik hissettiğimiz cep telefonlarımızın bugün kullandığı şebekenin temelini oluşturdu.
3 Nisan 1973 günü; cep telefonun mucidi olarak anılan, o dönemde bir Motorola çalışanı olan Martin Cooper; birincil nesil (1G) diye adlandırılan 850 g ağırlığında, 25 cm yüksekliğinde, 8 cm derinliğinde ve 4 cm genişliğinde olan ilk cep telefonuyla görüşme yaptı. Bu görüşme; dönemin en ünlü televizyon, radyo ve gazete mensuplarının önünde gerçekleştirilerek, tarihe geçti. Devrim niteliğindeki bu andan itibaren, şirketler bu mobil cihazlara yatırım yapmak için yoğun araştırmalar içerisine girdiler ve farklı cep telefonu modelleri üzerinde çalışmaya başladılar.
İkinci Nesil Telefon Ağının Geliştirilmesi – 2G
Yatırımlarını cep telefonu üzerine çeviren şirketlerin de etkisiyle tarihteki bir sonraki adım, 2G diye adlandırılan ikinci nesil telefon ağının geliştirilmesi oldu. 1991 yılında özellikle de Finlandiya’da GSM şebekeleri ortaya çıkmaya başladı ve 2G’nin dijital devre anahtarlamalı iletim sistemi ile arama yapmak ya da mobil ağa bağlanmak eskisine göre çok daha hızlı bir hal almaya başladı. Bu hızlı süreçle beraber, cep telefonu da form değiştirmeye başladı. Tüm dünyanın ilgisini çeken cep telefonlarının; daha küçük ciplerde de çalışabilir bir hale gelmesi ve gittikçe güçlenen şebekeler sebebiyle boyutları da küçülmeye başladı. 2G teknolojisinin hayatımıza kattığı en büyük özellikler sadece bunlar da değildi.
Yıllarca süren ilişkileri bitiren, iki dakikada buluşmamızı sağlayan, özel günlerde kısaca kendimizi anlatmamıza yardım eden ve daha nice anımızda yanımızda olan mesajlaşma teknolojisinin atası diyebileceğimiz SMS metni konsepti de, 2G telefonlarla hayatımıza girdi. İngiltere’de gönderilen ilk SMS’in başarıya ulaşmadığı bilgisi tarihi kayıtlarda yer alırken, 1993 yılında Finlandiya’da ilk başarılı kısa mesaj atıldı ve SMS, kısa bir süre sonra tüm telefonlarda kullanılabilen bir özellik olarak karşımıza çıkmaya başladı. Tüm dünyada kullanılan yepyeni bir SMS dilinin de temelleri, bu buluşla beraber atılmış oldu. İlerleyen zamanlarda bu dille beraber, yepyeni rekorlara imza atılacaktı. 2011 yılında Oxford sözlüğüne girerek dünyada bir ilke imza atan LOL (SMS dilinde, çok sesli gülmek anlamında kullanılan bir kısaltma) sözcüğünün de SMS dilinin en çok kullanılan kelimelerinden biri olabilmesi, o günlere geliştirilen bu teknoloji sayesindeydi.
Şimdilerde neredeyse zil sesinden karakter analizi bile yapabilecek bir hale gelmiş olsak da, farklı zil sesleri ile çalan cep telefonları da ilk kez o zaman ortaya çıktı. Dünyada bu gelişmeler devam ederken 1994 yılına gelindiğinde, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Başbakan Tansu Çiller arasında gerçekleşen Türkiye’nin ilk cep telefonu görüşmesi de yapıldı.
Üçüncü Nesil Telefon Ağı – 3G
Cep telefonu tarihinin ikinci nesli standart bir hale gelmeye başladıktan sonra, yeni arayışlara başlandı. Mayıs 2001’de üçüncü nesil (3G) şebekesi ilk kez Japonya’da denendi. Cep telefonlarına görüntülü konuşma, zengin içerikli veri akışı gibi devrim niteliğinde yenilikler getirecek olan 3G teknolojisi; NTTdocomo firması tarafından tüm dünyaya tanıtıldı.
Telefon; sadece bir iletişim aracı olmaktan çıkmaya, yeni nesil bir bilgisayar olarak hayatımızın her alanına müdahil olmaya başlamıştı. Çaresizce sevgilisinin aramasını bekleyen Graham Bell’i düşünüyorum da, bu icadı temel alarak tüm dünyayı parmaklarımızla keşfedecek bir hale geldiğimizi görse neler hissederdi?
Cep telefonu olarak adlandırılabilecek ilk cihazın mucidi Dr. Martin Cooper şöyle anlatıyordu; ben caddede yürüyerek telefonla görüşürken, insanlar hayretle beni izliyorlardı. Bu söylemler, DynaTAC isimli cep telefonu için söylenmişti. 850 gram ağırlığındaki bu cihazın şarj olması süresi 10 saatti. Piyasaya ilk çıktığı dönemlerde 3000 doların üzerinde bir fiyata satışa sunuldu. Bu ilk cep telefonunu, Motorola’nın biraz daha küçük ve hafif olduğu söylenebilecek, 3.5 inç avizeli ve üzerinde 21 adet buton bulunan DynaTAC 8000 X modeli takip etti. 9 karaktere kadar kelime sığabilen bir LED ekrana sahip bu model ile, yaklaşık olarak 30 dakikalık bir telefon görüşmesi yapabilmek mümkündü. Dönemin gözde modelinin piyasaya çıkış fiyatı ise, 3 bin 955 dolardı.
Zaman içerisinde bir İskandinav ülkesinde dünyaya damgasını vuracak yepyeni bir marka ortaya çıktı, Nokia… 5 kilogram ağırlığındaki Mobira Talkman isimli ve birkaç saat telefon konuşması yapmaya olanak sağlayan yepyeni bir modeli piyasaya sürdü. Telefon markalarının arasındaki rekabet giderek artarken; Amerika’nın Motorola’sı, Avrupa’nın Nokia’sının yanına bir de Japonya’nın Samsung’u eklenmişti. Bu rekabetin artmasıyla beraber, üretici firmaların kullanıcılara sunduğu hizmetler de değişiklik göstermeye başladı. Artık telefonlar iletişim yeteneklerine ek olarak, etkileyici tasarım ve fonksiyonlara da sahip olmalılardı. Tüm bu gelişmeler olurken bir Uzak Doğu ülkesinden çıkan Sharp markasının J-SH04 isimli telefonu sayesinde dünya ilk kez renkli ekranlı bir telefon ile tanışmıştı. Siemens de renkli ekranlı telefon modelleriyle sektörün nabzını tutmaya devam etti. Tüketicilerin artık bir telefondan beklentisi değişmeye başlamıştı; kamera, Bluetooth, renkli ekran, oyunlar, melodiler derken dönemin en gözde telefonu Sony Ericsson’un çıkardığı T610 oldu. Bu model, tüm telefon üreticilerini bir adım öteye taşıyan bir gelişme oldu.
İlk Dokunmatik Telefon
Yıl 2002 olduğunda, modern zaman mucizesi olarak da adlandırabileceğimiz ilk dokunmatik telefon (bu süreçten sonra akıllı telefon olarak da anılmaya başlandı.) olan P800, Sony Ericsson tarafından tüm dünyayla buluşturuldu. Günümüzde iş dünyasının devrimlerinden biri olarak sayabileceğimiz e-mail fonksiyonunu destekleyen telefonlar, bu şekilde yavaş yavaş hayatımıza girmeye başladı.
iPhone Akımı
Cep telefonu tarihinin kaderini değiştirecek olan gün ise, 9 Ocak 2007 olarak tarihe not edildi. Bu tarihte Steve Jobs’un kurucusu olduğu Apple markası, tüm dünyanın elinden düşmeyecek olan iPhone isimli yeni bir akım başlattı. Akım diye bahsettiğimiz dokunmatik bir ekrana sahip olan bu telefon, hem cep telefonundan internete erişme imkanı veriyordu hem de dev bir iPod olarak bambaşka bir hizmet daha sağlıyordu. Tüm dünyayla tanıştırılan bu teknoloji, 599 dolar gibi bir fiyatla kullanıcısıyla buluşmaya başladı. Samsung, LG, Nokia gibi dünya devi markalar hızlıca bu teknolojiyi takip etmeye başladılar. Android işletim sisteminin de dünyaya sunulmasıyla beraber Apple için işlerin biraz zorlaşacağı düşünülse de, milyonlarca Apple telefon satılmaya devam etti. Apple marka akıllı telefonlar, yıllar içerisinde sürekli güncellenen işletim sistemi ve düzenli aralıklarla piyasaya sunulan yeni modelleri ile dünyanın en çok tercih edilen telefonu olmayı başardı. Bu gelişmelerle beraber; telefon sadece bir telefon olmaktan çıkarak, bir cep bilgisayarı olma görevini kesinleştirmişti.
Hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelen, günümüzün çok büyük bir kısmını harcadığımız cep telefonları; gün geçtikçe birçoğumuzun tahmin bile edemeyeceği bir forma kavuşmuştu. Kendimizi, işimizi hatta çoğu zaman zihnimizi emanet ettiğimiz bu teknoloji; daha ne kadar form değiştirebilirdi ki, daha iyi bir ekrana sahip olabilir miydi, ne kadar küçülebilirdi ya da neden büyürdü? Geçen günler, bizi kolay kolay aklımıza gelmeyecek teknolojilerle tanışmaya zorluyordu. Hayatımıza “akıllı telefon” kavramı yavaşça girmişti. Alıştığımız telefonlardan çok daha ileri düzeyde bir işletim sistemine sahip ve birçok uygulamayı çalıştırabilen bu iletişim cihazlarıyla beraber hayatımız büyük ölçüde kolaylaşmıştı. Sosyal ağlara bağlanmak, mail atmak, internette gezinmek, müzik dinlemek gibi birçok alanda bize imkan sağlayan akıllı telefonlarımızın işlevleri; her sabah uyandığımızda biraz daha artmaya başladı.
Katlanabilir Telefonlar
Önce ağır ve büyük modellerle hayatımıza giren cep telefonları, yılları içerisinde olabildiğince küçüldü ve yeniden büyümeye başladı… Dokunmatik ekranlardan sonra; telefonun yanı sıra bir de tablet teknolojisiyle tanışmıştık. Peki bu iki teknoloji, bir gün birleşebilirler miydi? Yıllar önce Samsung’tan konsept fikri olarak duyduğumuz katlanabilir telefon teknolojisinin ilk örneğini Samsung, LG, Apple, Huawei gibi dünya devi markalardan duymayı beklerken; Royole isimli marka Flexpai isimli dünyanın ilk katlanabilir telefonu diyebileceğimiz bir teknolojiyi sessizce duyurdu. Katlanmadığı zaman 7.8 inç ekranlı bir tablete sahipken, katlandığı anda 4.3 inç ekran büyüklüğünde bir akıllı telefona sahip olmamızı sağlayan bu cihaz; tam orta kısımdan katlanabilen AMOLED bir ekran teknolojisiyle tanıtıldı. Tek bir cihaz ile hem tablet hem de telefona sahip olabileceğimiz bu yenilikle beraber, hızlı şarj özelliğinin de geldiği duyuruldu. Yüzde 0 olan şarj, yaklaşık bir saat içerisinde yüzde 80 seviyelerine gelebilecek. İşletim sistemi Android 9.0 olan Flexpai’nin piyasayla buluşma fiyatı, 1.759 dolar olarak belirlendi. Bu gelişmeyle beraber hayatımıza yepyeni bir kavram daha girmiş oldu, katlanabilir telefonlar…
2019 yılında düzenlenen Mobil Dünya Kongresi’nde (MWC) de katlanabilir telefonlar gündemdeydi. Barcelona’da düzenlenen kongrede Samsung ve Huawei katlanabilir telefonlarını görücüye çıkardılar. Samsung’un Galaxy Fold ismiyle piyasaya sunmaya hazırlandığı modele karşılık, Huawei Mate X modeliyle katlanabilir teknolojiyi duyurdu. 5G teknolojisini destekleyen bu telefonun da teknik özellikleri tanıtıldı. Yeri gelmişken hemen söylemek isteriz; henüz hayatımıza girmemiş 5G teknolojisi sayesinde, 1GB’lık bir filmi 3 saniyede indirebileceğimiz söyleniyor. Galaxy Fold kapalı haldeyken 4.6 inç bir ekrana sahipken, açık haldeki ekran boyutu 7.2 inç; Mate X ise açık hale 8 inçlik bir deneyim sunarken, kapalı haldeyken 6.6 inçlik bir ekran büyüklüğüne sahip…
Fuar boyunca teknik özelliklerinden tüm detaylarıyla bahsedilen katlanabilir telefonlar, korunaklı camekanlarda sergilendi ve katılımcılara bu teknolojiyi deneyimle fırsatı verilmedi. Bu durum akıllara tek bir soruyu getirdi, katlanabilir telefonlar kullanıcı dostu değil mi?
Hali hazırda dünyada egemen olan dokunmatik ekran telefonların aksine, şu anda popüler olan çoğu uygulamanın ara yüzüne uygun olmayan kare bir ekrana sahip olan katlanabilir telefonlar; birçok sosyal ağ ve oyun yazılımcısının bu ekranlara adapte olabilecek içerikler üretmesi zaman alacak gibi gözüküyor. 1980 dolarlık katlanabilir ekrana sahip bir Galaxy Fold ya da 2610 dolarlık bir Huawei Mate X sahibi olduktan sonra, en sevdiğiniz o telefon oyununu oynayamazsanız nasıl hissedersiniz?
Piyasa fiyatlarından bahsetmişken, yakın zamanda güncelleneceği düşünülen ÖTV ile bu ürünlerin Türkiye satış fiyatlarının yaklaşık 3-4 bin lira daha pahalı olacağını söyleyebiliriz. Fiyatlar böyle olunca; katlanabilir telefonlarla ilgili bir diğer endişe de, bir kaza sonucu telefonunu yere düşüren kullanıcının tamirat için ne kadar bir bütçe ayıracağı düşüncesi… Ekran açıkken herhangi bir pixel kaybı olmadan görüntüye erişebilmenizi sağlayan, iki ekranı birbirine bağlayan menteşe mekanizması oldukça komplike bir sisteme sahip. Bu sebeple; bu sistemin ufak bir zarar görmesi halinde bile, nasıl onarılacağı ciddi bir merak konusu olmaya devam ediyor. Hem tüketicilerin hem de üreticilerin kafasında bu kadar soru işareti varken, büyük markaların biraz daha temkinli ilerlemesini bekliyoruz.
Dünya’da akıllı telefon algısı bambaşka bir noktaya giderken; 2018 yılında açıklanan verilere göre dünya genelinde 1.3 milyardan fazla olan iPhone, sizce katlanabilir telefon teknolojisine nasıl bir yenilikle adapte olacak? Tüm bu gelişmeler karşısında sessizliğini koruyan Apple’ın, Mart 2019’da yepyeni bir katlanabilir telefon patenti aldığı ortaya çıktı. Bu işin en ilginç tarafı ise, katlanabilir iPhone ekranının patent tarihi 2017 yılını gösteriyor. Bu patente göre Apple; katlanabilir telefonların özellikle katlanan kısımlarının soğuk havadan zarar göreceğini düşündüğü için, ekrana özel bir ısıtma sistemi geliştirdi. Bu teknoloji sayesinde; katlanabilir telefon iPhone’u tercih eden kullanıcılar, ekranla ilgili herhangi bir sorun yaşamayacaklar. Apple’ın katlanabilir telefon modelinin lansmanı için çeşitli rivayetler olsa da, henüz kesinleşmiş bir tarih yok gibi gözüküyor.
Katlanabilir Telefonların Avantaj ve Dezavantajları
Her teknolojiyi hayatımıza kabul ederken aklımızda hızlı bir tablo yapıyoruz. Avantajlarını, dezavantajlarını, bu teknoloji için ödediğimiz maddi manevi bedelleri düşünüyoruz. Olayın tüm yanlarını hem özel hayat kullanımımız hem de iş hayatındaki kullanımımız için olabildiğince detaylandırıyoruz. Gelin; katlanabilir telefonlar için de hızlıca bir artı eksi listesi hazırlayalım!
Katlanabilir telefon modası fikren hayatımıza girdiğinden beri en çok tartışılan konulardan bir tanesi, işlevsellik. Bu durumun nedeni, bu teknolojinin yolun çok başında olmasıyla açıklanabilir. Kullanıcı deneyimleri ve yoğun çalışmalar sonucunda, katlanabilir telefonların işlevsellik probleminin ortadan kalacağına inanan büyük bir kesim de mevcut… Kafalarda soru işareti yaratan bir diğer konu ise, olası donanım problemleri… Hayatımıza yeni giren tüm teknolojik cihazların ilk neslinde donanım problemleri ile karşılaşmak mümkün oluyor. Katlanabilir telefonların da özellikle ilk modelleri için böyle bir endişe duyulmasını gayet iyi anlıyoruz.
Teknolojinin her yeni adımıyla beraber yepyeni bir yazılımsal süreç de başlıyor. En bunaldığımız anda bize iyi gelen favori telefon oyunumuzu, belki de 5 dakikada bir takip ettiğimiz sosyal medya hesaplarımızı, tüm çalışma arkadaşlarımızla iletişim kurabildiğimiz iş koordinasyon uygulamalarımızı katlanabilir telefonumuzda kullanamama düşüncesi hepimiz için oldukça korkutucu değil mi? Köklü bir değişiklik olarak adlandırabileceğimiz kare ekran boyutuyla beraber, tüm uygulamaların yeni ara yüz tasarımları ile çalışmalarını sağlamak ve bunları ekranla uyumlu bir hale getirmek gerekecek.
Telefonun tarihsel gelişimine de baktığımızda boyutlarının sürekli değiştiğini gözlemlemek kolay olacaktır ama çok uzun bir süredir kullandığımız akıllı telefonların boyutları hemen hemen aynı diyebiliriz. Katlanabilir telefonların alıştığımızdan daha büyük olan boyutları sebebiyle ekranın kullanım alanları ve tuşların konumlanması gibi değişikliklerle karşılaşacağız. Yeni bir teknoloji ile yeni tutuş biçimleri ve taşıma şekilleri de geliştirmemiz gerekecek. Yani işin özü, gündelik bir alışkanlığımızı değiştirip yeni bir alışkanlık edineceğiz. Teknoloji çağında yaşayan bireyler için, bu tarz değişimler olağan gibi gözükse de bazı kullanıcılar için de alışkanlıklarını terk etmek oldukça zor… Bir diğer yandan da bu yepyeni ekran büyüklüğü sayesinde tabletlere olan ihtiyacın ortadan kalkması ön görülüyor. Büyük bir ekranda video izleme, çizim yapma ya da internette halledilebilecek diğer işler çok daha kolay olabiliyor. Katlanabilir telefonlar için zamanla geliştirilecek klavye gibi aksesuarlar sayesinde kolaylıkla bir bilgisayar işlevi bile görebileceğini düşünüyoruz. Eğer işler yolunda giderse, tek bir cihaz ile tüm teknolojik ihtiyaçlarımızı karşılamamız sağlayabilir.
Tüm bu kafa karıştıran yanlarından bağımsız olarak, piyasaya çıkan modellerin satışı için ön görülen satış fiyatları oldukça yüksek. Bu durum da; tüketicileri, katlanabilir telefon sahibi olmak için oldukça fazla düşündüren noktalardan bir tanesi olacak gibi duruyor. Araştırma kuruluşu Gartner’ın bu konuyla ilgili, dikkat çekici bir araştırması bulunuyor. Yüksek fiyatlar nedeniyle, 2023 yılında bile katlanabilir telefonların pazar payının sayece 1.7 olabileceğini söylüyorlar. Yani, dünyada satılan her 100 telefondan sadece 1 ya da 2 tanesi katlanabilir telefon olacak.
Her sabah yeni bir iletişim cihazına, yepyeni bir formda sahip olmaya fikren oldukça hazır olsak bile; hem bilgisayarımız hem tabletimiz hem de telefonumuz tek bir ekranda bizimle buluşsa da, o eski tuşlu telefonlarda yaşadığımız heyecanı siz de özlemiyor musunuz?